Sanat eğitimine nasıl başlamak gerektiği tartışmaları sanat eğitim kurumlarında tutarlı bir biçimde süregelen “sınır tanımayan” tartışmalardır. Kuşkusuz bu tür kurumlarda resim, grafik, heykel ya da sinema uzmanlaşma alanlarının eğitiminin nasıl yapılması gerekiği de tartışılır. Ancak tartışmalar garip bir şekilde döner dolaşır ve eğitimin temelde yani işin başında nasıl olması gerektiği konusuna gelir. Öncelik tasarımda olmak üzere çeşitli sanat ve tasarım dallarının eğitimine ortak bir başlangıç dersi fikri Bauhaus kaynaklıdır.
Bauhaus
Bauhaus’u bugünlerde, büyük kentlerin yeni alışveriş
merkezlerinde perde rayı, tutkal ve çivi alınmaya gidilen büyük hırdavatçı
marketler ile karıştırmamak için, belki de önce kısaca bu kurumdan söz etmek
gerekir. Modernitenin deneyselliğe ve soyutlamaya yönelik eğilimlerini içinde
barındıran Bauhaus okulu 1919 da Almanya’da Weimar eyaletinde mimar Walter
Gropius tarafından kuruldu. 1933 de Naziler tarafından kapatılıncaya değin çok
ünlü sanatçı, mimar ve tasarımcıların ders verdiği önemli bir sanat ve tasarım
okulu olarak bilinir.
“Vorkurs ya da Vorlehre” yani sanat eğitiminde bir
ön ders fikri Almanya’da Bauhaus öncesi ve dışında başka okullarda da süregelen
bir uygulamaydı. Ancak o kurumlarda bu derslerin temel amacı sanat ya da zenaat
eğitimine başvuran öğrenciler arasında bir ön eleme yapmaktı. Bauhaus
uygulamada eskiden kalma atölye ve usta çırak ilişkisini sürdürse de an azından
çaba düzeyinde yirminci yüzyılın devrimci fikirlerine koşut eğitim
sistemleriyle denemelere girişmiştir.
Literatüre göre Bauhaus’un bu ön “temel sanat
eğitimi” dersini farklı kılan ve günümüz temel sanat eğitimi derslerinin
kaynağı haline getiren özelliği dersin kuramsal ağırlığıdır. [1]
O dönemde sanat eğitiminin geleneksel tavırlarına
bir başkaldırıyı temsil eden bu yaklaşıma bugünün şartlarında bakıldığında
kuramsal açıdan çok sağlam temellendirilemediğini düşünmek mümkün. Bauhaus bir
yandan radikal bir biçimde sanat ve tasarım eğitiminin başlama dönemi için
kuramsal yanı ağır basan, temel ve genel bir ders önerir ve uygularken, dersin
iç işleyişi ve eğitimin devamı hala lonca ve akademi kaynaklı geleneksel usta
çırak yöntemleriyle sürdürülüyordu. Bauhaus’un tarihteki yerinin
kalıcılaşmasının temel nedeni büyük olasılıkla okulun sanat eğitimine olan
katkısından çok Paul Klee, Vasily Kandinsky, Johannes Itten, Josef Albers gibi
Bauhaus hocalarının ünlü sanatçı kimlikleridir. Aradan geçen yetmişbeş yıl,
sayısız kuramsal yayın, yaygınlaşan akademik çalışma sonrası bu sanatçıların
sanatçı kimlikleri pek erozyona uğramazken, Bauhaus’un temel sanat dersine
yönelik kuramsal çalışmaların çok sarih olmadığı ve metafizik alana kaydığına
yönelik eleştiriler sözkonusu.
Günümüz
penceresinden bakıldığında Bauhaus hocalarının atölye içi uygulamalarını
olabildiğince sezgisel, zaman zaman naif, biraz da duygusal görünebiliyor.
Itten’in
Vorkurs’un renk dersinde meditatif spor hareketleriyle başlatarak yaptırdığı
atölye çalışmaları günümüzde bir üniversite dersi olsa, adı herhalde “zen ve
renk” olurdu. Joseph Albers de Vorkurs’un ilk dönemlerinde öğrencilerin önüne
bir gazete yığını bırakır, bir saat sonra döneceğini, döndüğünde bu
gazetelerden üretilmiş sanat yapıtları görmek istediğini söylermiş.[2] Bu
öyküyü aktaran yazar Tom Wolf, Albers’in atölyeye geri döndüğünde çoğunlukla
gazete kağıdından yapılmış katedraller, uçaklar ve gemilerle karşılaştığını
ancak bir ya da iki öğrencinin gazete ile tek bir kez katlanmış bir koni ya da
çadır benzeri formlar yaptığını, Albers’in de kağıdın ruhuna uygunluk açısından
bunları öne çıkardığını anlatıyor. Bu tür bir eğitim uygulaması kuşkusuz
kağıdın ruhu kadar öğretim üyelerinin siyasi eğilimlerine ve dönemin yenilikçi
ruhuna da uygun düşüyordu.
I. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Bauhaus okulu
siyasi eğilimler açısından Alman Sosyal Demokratlara daha yakındı. O dönemde
Bauhaus tarafından yapılan çeşitli işçi lojmanları projelerinde önerilen mimari
tasarımlardaki yalın malzemeler ve işlevsel çizgiler bu siyasi görüşe koşut
tasarım endişelerini yansıtıyordu. Tom Wolf, Bauhaus hoca/sanatçılarının A.B.D.
serüvenlerini anlattığı kitabında işçi konutları inşaasına yönelik sosyal
demokrat eğilimli bu ekonomik tasarım stilinin Amerika Birleşik Devletleri’ne
nasıl adapte edildiğini kendine has mizahi üslubuyla anlatır. Nazilerden
kaçarak gittikleri Amerika’da birdenbire Almanya’da olduklarından çok daha ünlü
olan Bauhaus ustaları, aslında eski kıtada yaşarken gerçekleştirmeyi pek de
ummadıkları “kibrit kutusu yalınlığındaki” bina tasarımlarının Chicago ve New
York’da dev gökdelenler biçiminde hayata geçtiğini biraz da şaşkınlıkla
izlerler. Kuşkusuz burada ironik olan, işçi evlerinin gerektirdiği ekonomikliğe
koşut düşünülmüş yalın tasarım tarzının sosyalist gorüşlere hiç de sempatiyle
yaklaşmayan büyük Amerikan şirketlerinin genel merkez binalarında ‘zamanın moda
tasarım tarzı’ haline gelmesidir.
Bauhaus Amerika’da!
Bauhaus kökenli sanatçı ve tasarımcılar II. Dünya
savaşı öncesi geldikleri Amerika Birleşik Devletleri’nde mimari açıdan
popülerliklerinin yanısıra sanat ve tasarım eğitiminin değişimi yönünde de çok
etkili ve belirleyici oldular. Walter Gropius, Harvard Mimarlık Fakültesi
dekanı oldu. Hemen ardından Marcel Breuer de o fakülteye katıldı. Moholy Nagy
daha sonra Chicago Art Institute’e dönüşecek olan ‘Yeni Bauhaus’u kurdu. Joseph
Albers önce Kuzey Carolina yaylalarındaki Black Mountain College’de kırsal bir
Bauhaus kurdu, daha sonra da 1950 de Yale Üniversitesi’ne geçti. Mies van der
Rohe daha sonra ünlü Illinois Teknoloji Enstitüsü’ne dönüşecek olan Armour
Enstitüsüne dekan ve başmimar olarak atandı. Amerikan sanat ve tasarım eğitim
sistemine yönelik bu Bauhaus çıkartmasının gerek sanat ve tasarım alanında
gerekse bu alanların eğitimi alanında yarattığı büyük etki Almanya’daki orjinal
Bauhaus’un etkisinden çok daha büyük ve çok daha yaygın olmuştur. Dünya sanat
merkezinin 1950’lerden itibaren Paris’ten New York’a kaymasıyla zaman zaman
Amerikan Rönesansı adıyla da anılan dönemde Rauschenberg’den Rothko’ya öne
çıkan görsel sanatçıların çok büyük bir kısmının eğitimlerini yukarıda sözü
geçen eğitim kurumlarında aldıkları düşünüldüğünde bu etkinin boyutları daha
anlaşılır olmaktadır.
Bu dönemde Bauhaus’un ünlü Vorkurs’u önce ingilizce
“Basic Design” adını almış, II.Dünya Savaşı sonrasında pıtrak gibi çoğalan
Amerikan sanat eğitim fakülte ve kurumlarına yayılmış standart bir ders
olmuştur. Daha da ötesi sanat dünyasındaki Amerikan etki ve hegemonyasının bir
sonucu olarak bu dersin Avrupaya tekrar ihraç edilmesi, diğer bir deyişle
Amerikan eğitim kurumlarını izleme kararı veren eski kıta eğitim kurumlarının
bazıları tarafından benimsenmesi sözkonusudur. Ancak bu dersin bir re-export
mamulüne dönüşme nedeni, A.B.D.’nin son yarım yüzyıldır sanat ve tasarım
dünyasında çok etkili olmasının yanısıra sanat eğitimi konusunda da çok etkili
olmasındadır. Dünya tarihinde hiç bir uygarlık, hiç bir zaman ve hiç bir
coğrafyada son elli yılda A.B.D. de açılan sanat okulu sayısına yakın bir bir
eğitim kurumu sayısına yaklaşamamıştır[3]. Amerika
Birleşik Devletleri’nde 2000 yılında lise sonrası sanat eğitimi veren 1236
tanesi üniversite fakültesi, ya da bölümü olmak üzere 1865 adet sanat okulu
mevcut. Bu kurumlardaki öğrenci sayısı ise yaklaşık 74.000 . İngiltere’de
eğitim benzer kurum sayısının 90 sanat okulu olduğu düşünüldüğünde eski kıta
ile aradaki farkın dramatik olduğu görülüyor. Bauhaus göçmenlerinin etkili bir
biçimde başlattıkları temel sanat eğitimi, A.B.D. sanat okullarında
yaygınlaştı, yıllar içinde tartışıldı, değiştirildi, dönüştürüldü. Dolayısıyla
işin başı bir şekilde Bauhaus’a dayansa bile bugün artık çok çeşitli şekillerde
verilen çok sayıda ve çok farklı temel sanat eğitimi dersleri sözkonusu.
Bunlardan bazıları tamamen Bauhaus yöntemlerini red etme üzerine kurulmuş sanat
eğitimi dersleri. Bu ders dolayısıyla sanat eğitiminin ön hazırlığının nasıl
olması meselesinin kuramsallaştığı ortamlarda ise artık sözü edilen ve
tartışılan bir temel sanat/tasarım dersi ve bu dersin içeriği değil. Artık sözü
edilen kavram ingilizce kısaca “Foundations” yani Temeller adıyla anılıyor ve
üniversite düzeyinde sanat eğitiminin birinci yılındaki tüm dersleri kapsıyor.
Bu konu A.B.D.’nde her yıl yaklaşık üç bin kişin katılımı ile yapılan CAA
(College Art Association) Sanat Yüksek Öğrenim Kurumları Derneği kongrelerinde
en az bir ya da iki panelde tartışıldığı gibi bu sanat eğitimi (stüdyo alanları
ve sanat tarihi) temelleri yani “foundations” konusunda A.B.D.’de oluşturulmuş
kısaca FATE (Foundations in Art Theory and Education) diye anılan ve 26 yıldır
etkinlik gösteren ayrı bir mesleki kuruluş da sözkonusu. İki yılda bir kongresi
olan, araştırmalar, anketler yapan ve bir dergi de yayınlayan FATE toplantıları
A.B.D ve dünyada temel sanat eğitiminin ne denli çeşitlendiğini görmek ve
izlemek açısından önemli bir platformdur.
“Sanatın
herhangi birsey ve herşey olabildiği bir dönemde, sanat nasıl öğretilir?”[4]
“Temel
sanat eğitimi nasıl yapılmalı?” büyük olasılıkla akademik yanıtı hiçbir zaman
verilmeyecek bir soru. Çeşitli sanat, tasarım ve mimarlık okullarında bu ad
altında verilen bu ders Bauhaus’dan kaynaklanmasına karşın zaman içinde büyük
dönüşümlere uğramıştır. Dolayısıyla bugün bütün dünyada aynı Temel Sanat
Eğitimi ve benzer adlar altında birbirinden çok farklı sanata giriş dersleri
verilmektedir. Ayrıca bu tür bir genel sanata giriş dersinin gerekli olmadığını
düşünen sanat eğitimcileri de sözkonusudur.
Kuşkusuz
temel sanat eğitimini konuşmak, bir birinci sınıf atölye dersinden söz etmekten
çok öte bir mesele. Acaba çeşitli plastik sanatlar , farklı tasarım alanları ve
mimarlık eğitimlerinin ortak bir temel başlangıç dersi olabilir mi? Bu kocaman
soruyu biraz daha küçülterek başka bir şekilde bir kez daha sorabiliriz: Sanat
eğitiminin temel bir giriş dersi olabilir mi? Üstelik günümüzde “sanat” adı
altında yapılanların çeşitliliğini düşünülürse bu ders neleri kapsamalı?
Hem sonra temel eğitimini yapmak istediğimiz,
eğitimine giriş yapmak istediğimiz alanı önce bir tanımlamak gerekmez mi?
Soruları buralara değin taşıyıp, meseleyi sanat nedir gibi yanıtı olmayan ya da
çok zorlaştırılmış bir hale taşıdığımızda ise temel sanat dersi nasıl olmalı
sorusu anlamını ve önemini biraz yitiriyor.
Aslında bugün temel ya da ileri, sanat eğitiminin
nasıl olması gerektiği sorusunun kendisi yanıtlamak zor ve gerçekten karmaşık.
Sanat eğitimi, resim, heykel gibi göreli olarak sınırları belli görüntü üretme
yöntemlerinin öğretilmesi anlamına geldiğinde işler biraz daha kolaydı. Ancak
modernitenin yüzyıllık geçmişinin sanata yansıması bu sınırları uzun bir
zamandır belirsizleştirdi. Görüntü üretimine yönelik bazı teknolojilerin kolay
ulaşılır hale gelmesi de sanatsal görüntü üretme biçimlerini akıl almaz
boyutlarda çeşitlendirdi. İste bu yeni koşullar altında ‘sanat nasıl
öğretilecek?’ sorusu gerçekten tartışılası bir sorudur. Eğer verilebilirse bu
soruya verilen yanıt, aslında temel sanat eğitimi nasıl olmalıdır sorusunun
yanıtını da belirleyecektir.
Eğitimde hedefler,
eğitimden talepler
Sonuçta, ne öğretilebilir iki yarıyıllık bir derste?
Belki de bu soruyu biraz daha genişletilerek şu hale dönüşlmeli; Üniversitede
geçirilen dört yıllık bir süreçte sanata dair ne öğretilebilir?
Sanat okullarının olası hedeflerini ve öğrencilerin
olası öğrenme taleplerini sıralayacak olursak aşağıdakine benzer bir hedefler
ve talepler listesi çıkabilir.
1. Resim heykel gravür gibi
bir sanat dalınının en önemli malzeme ve tekniklerinin bilgisi.
2. Bu malzeme ve tekniklerin
kullanılmasına yönelik belli düzeyde bir uygulama becerisi için yeterli
talim/eğitim.
3. Görme becerisi.
4. Yaratıcılık teknikleri ve
stratejileri.
5. Asgari “tekerleğin yeniden
icat edilmesini engelleyecek” miktarda bu malzeme ve tekniklerle başkalarının
yakın zamanda ve daha önceleri ürettikleri sanat yapıtları üzerine donanım.
6. Bu bilgi ve beceri
kullanılarak nitelikli ve özgün sanat yapıtı üretimi.
7.
Üretilen sanat yapıtlarının
sunumuna, gösterilmesine, sergilenmesine
dair teknikler ve bu etkinliklerinin kotarılmasına yönelik sosyal
beceriler.
Biliyoruz ki öğrenciler genel olarak son iki talebe
odaklanırken eğitimciler ise daha çok ilk beş hedef ile boğuşurlar. Bu hedefler
dört yıla yayılmış olmalarına karşın genelde birinci üçüncü ve dördüncü
taleplerin en azından kısmen temel sanat eğitimi tarafından karşılanması
beklenir. Desen yani “modelden çizim” derslerinin özellikle üç numaralı hedefe yüksek
düzeyde katkısı sözkonusuyken beş numaralı hedef Sanat Tarihi dersleri
tarafından karşılanacaktır.
Bu talepleri ve hedefleri açmadan önce herhalde
verilecek ilk tepki günümüzde bu işin yani bu taleplerin tamamının herhangi bir
dört yıllık sanat eğitim kurumu tarafından karşılanmasının imkansızlığı üzerine
olacaktır. Örneğin resim heykel gibi alanların içiçe geçtiğini bildiğimiz gibi,
bugün sanatçılar tarafından her tür malzeme ve tekniğin kullanılıyor olması
öğretim elemanlarını “hangi malzeme?” ve ‘’hangi teknik?” gibi önemli ve zor
sorularla karşı karşıya getirecektir. Eğitim sürecinde kullanılmasının
gerekliliğine dair tüm sözlere karşın, uygulamada öğretim elemanları doğal
olarak kullanmasını bildikleri malzeme ve teknikleri öğretebiliyorlar. Video’nun
da katılımıyla “zamanın da akrilik ya da ahşap kadar önemli bir malzeme
olabildiği yeni temel sanat atölyelerinde bu malzeme ve tekniklerin tümünü
öğretebilme becerisine sahip öğretim elemanlarından söz etmek ne denli
mümkündür. Öğrencilerin günlük zamanlarının önemli bir oranını ekran karşısında
geçirdikleri bir dönemde yaşanıyor. Video kurgulama, yağlıboya ya da da gravür
tekniklerinde belli bir beceri düzeyine ulaşmak için gerekli sabır ve zaman
günümüz koşullarında acaba öğrencilerden talep edilebilir mi? İnkilap tarihi ve
sanat tarihi sınavları arasına sıkıştırıldığında bu talep karşılanır mı?
Görme
becerisi, görüntü üretme becerisinden öte, görsel dilde analitik bir okur
yazarlığa yöneliktir. Burada kullanıldığı biçimde görsellik hala Bauhaus geleneğine
bağlanabilir.[5]
Görsellik ve ve görsel dil yoluyla iletişimin sanatın yanısıra hayatın her
alanında katlanarak yaygınlaştığını izliyoruz. Aslında
geçen yüzyıldan bu yana çağdaş sanat tarihi bir
görsellikten ve görüntüden uzaklaşma tarihi (özellikle de sanatçı eliyle
üretilmiş görüntülerden uzaklaşma tarihi) şeklinde okunabilir. Ancak bu tarih
okunduğunda en radikal anti-sanat, anti-tasarım, anti-optik, anti-estetik
yaklaşımların da son kertede görsel bir biçimde iletildiği de izlenir. Diğer
bir deyişle sanatsal görüntü üretimine farklı nedenlerle karşı çıkan sanat
akımlarının başkaldırılarını paradoksal bir biçimde yine görsel dil ile ifade
etmeleri sözkonusudur.
Yukarıda üçüncü hedef olarak sözü edilen görme
becerisi, görüntü üretimine yönelik olup dil benzetmesiyle kısaca şöyle
açıklanabilir. Herhangi bir dilde şiir yazabilmek için o dilde kendi ve
başkaları tarafından yazılmış şiirleri okuyabilme çözümleyebilme becerisine
sahip olmak gerekir. Şubat 2003’de New York şehrinde yapılan bir FATE yuvarlak
masa toplantısı görme bilimi, görsel algılamanın fizyolojisi, nörobilim ve
yapay zeka çalışmalarında yeni gelişmeler ve yeni bulgular konusuna ayrılmıştı.[6] Bu
konuların bir sanat eğitimcileri toplantısında ele alınmasının gerekçesi doğal
olarak bu yeni bulgu ve gelişmelerin temel sanat derslerinde olası kullanımını
tartışmayı amaçlıyordu.
Yukarıdaki listede dördüncü madde olan yaratıcılık
teknikleri ve stratejileri sanatçının donanımıyla yakından ilişkili olduğundan
üçüncü maddedeki görme becerilerine ve beşinci maddede sözü edilen sanat tarihi
bilgisine doğrudan bağımlıdır. Her tür yaratıcılık eylemi için çok çeşitli
bilgileri içeren zengin donanım bir önkoşuydur. Yaratıcı düşünme biçimleri,
yaratıcı sıçramalar yapma, yaratıcı problem çözme becerileri sanat alanında
olduğu kadar sanat dışı alanlarda da uzun süredir öğretilen tekniklerdir.
Kuşkusuz nitelikli bir temel sanat eğitimi dersinin müfredatı içinde önemli
yeri olmalıdır.
Altı
ve yedinci maddelerde yer alan özgün sanat yapıtı üretimi ve bu üretimin sunumu
hedeflerini oldukça açıklayıcı ve bu yazıda daha derinlemesine açmak çok
anlamlı olmayabilir. Yukarıda sözü edilen hedefler ve beklentiler doğrultusunda
bir temel sanat eğitimini verebilecek “super-hocaların” nereden bulunacağı
sorusu belki de daha anlamlı bir soru. Ayrıca bu super-hocaların Kripton
gezegeninde bulunup çağrıldığı varsayıldığında bu olası “super-eğitimin” verili
dörtyıllık süreye sığdırılması temel bir sorun olarak da gündeme gelebilir.
Sonuç
Bu
metnin gidişatından da anlaşılabileceği üzere, içinde “temel sanat eğitimi
şöyle olmalıdır ve sanat eğitimi böyle olmalıdır”ı barındıran didaktik ve
pratik bir öneri ile sonuçlanması pek sözkonusu değildir. Temel sanat eğitimi
sorunsalı, sanat eğitimi sorunsalından izole edilemediği gibi, “sanat” adı
verilen çok yüklü ve içinde çok fazla anlam barındıran kaygan kavramdan da
yalıtılamıyor. Üniversiteler sanatın nasıl yapılacağının, yani sanat dünyasında
neler olacağının, ne tür yeniliklerin ortaya çıkacağının pek belirleyicisi
olamıyorlar. Ancak son elli yıldır sanat dünyasında ortaya çıkan yeni
eğilimlerin üniversiteler ve hatta sanat akademileri tarafından hızla müfredata
dahil edilmesi oldukça evrensel ve sıradanlaşmış bir uygulama. Bu uygulamalar
sonucunda New York’da ve Kassel’de video-sanat popüler olduğu zaman
üniversitelerin sanat bölümlerinde hızla video-sanat yapıtları üretilmeye
başlanıyor. Tabii okullarda yapılan bu sanatsal üretimin ne denli
öğretilebildiği, ya da okullarda öğretilmesinin ne denli mümkün olduğu ayrı bir
soru. Sanat dünyasındaki en son yeniliklerin eğitim kurumları tarafından derhal
öğretilmesi çabası kuşkusuz yukarıda sözü edilen hedefler ve talepler
listesinin yedinci maddesinde yeralan, “üretilen sanat yapıtlarının sanat
dünyasında sergilenmesi ve kabul görmesine” yöneliktir. Calvin Tomkins’in
söylediği gibi her şey ve herhangi bir şeyin sanat olabildiği günümüze
gelindiğinde sanat okullarının hangi şeyi öğretecekleri önemli ve belki de
yanıtlaması imkansız bir soruya dönüşebiliyor. Doğaları gereği ‘ortalama’ya
yönelik olarak tasarlanmış eğitim kurumları son kertede dört yıl gibi tesadüfi
bir süre ile sınırlıdır. “Öğretilmesi gerekli” diye düşünülen herşeyi öğretecek
zaman olmadığı gibi, kurumlar aynı zamanda doğal olarak belirli alanlarda
uzmanlaşmış, belirli ve sınırlı bilgi ve becerilere sahip öğretim üyeleri ile
sınırlıdır. Hem görsel algılamada gestalt kuramının rolünü anlatabilen, hem
flash kodu yazabilen, sayısal ortamda video kurgulayabilirken aynı zamanda
yaratıcılığa yönelik beyin fırtınası tekniklerini öğretebilen, metal strüktür
ve ahşap yontma teknikleri gösterirken, photoshop uzmanı ve desen hocası
olabilen temel sanat eğitimi hocalarını dünyadaki tüm sanat eğitimi kurumları
arıyor olmalılar.
Eğitim
kurumlarının sanat dünyasının hızlı değişimlerine ve sanat piyasasının kıvrak
dönüşümlerine ayak uydurma çabaları öğrenciler ve sanat dünyasından gelen
taleplerle uyumlu olabilir. Ancak bunun mümkün olup olamıyacağı günümüzde sanat
eğitimi kurumlarının karşılarındaki en önemli sorun.
Dönemin
ve sanat kavramının günümüzdeki kayganlığı ile halleşmenin bir yolu, belki de
‘sanat’ kavramını bir süre için dondurmak ve kullanmamak. Bu pratik yaklaşım
bazı kurumlar tarafından şu anda hayata geçirilmiş durumda. Harvard
Üniversitesi’nde bir zamanlar Walter Gropius’un da içinde ders verdiği heykel,
resim ve mimarlıkla ilgili bölümün adı bugün artık “Görsel ve Çevresel Etüdler
Bölümü” . Kuzey Amerika’da sanat eğitiminin nasıl yapılması gerektiği
tartışmalarının ondokuzuncu yüzyıldan bu yana sürdüğü bu kurumun böyle bir
adlandırmaya gitmesi kuşkusuz raslantı sonucu değil. Bugün sanat eğitimcileri
dört yıl içinde ne yapacakları konusunda net seçimler yapmak, karar vermek
durumundalar. “Yapmak, görmek, bilmek ve göstermek.” Herşeyin öğretilmesinin
mümkün olmadığı koşullarda ve dönemde eğitim kurumları bunlardan hangisinin
kendi kurumları için önemli olduğu kararını vermek durumundalar. Richard Serra,
Jonathan Borovsky, Eva Hesse ve Chuck Close gibi New York sanat dünyası
yıldızlarının mezun olduğu ünlü Yale Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin
şu anda dekanı olan Richard Benson kendi kurumunun sanat eğitiminde “yapmak”
eylemine odaklandığını belirtirken[7], Harvard
gibi başka bir çok kurumun sanat eğitiminde “görmek” eylemine ağırlık verdiği
gözlemlenmektedir. Bir kurumda temel sanat eğitimi dersinin sağlıklı bir
biçimde nasıl yapılacağı, o kurumda yapılacak sanat eğitiminde ne tür bir
yaklaşım ve, odaklaşma benimseneceği kararı ile belirlenir. Farklı sanat
eğitimi kurumlarının birbirlerinden farklı odaklar ve farklı yaklaşımlar
seçmesi doğaldır. Günün çoğulcu ortamındaki bu farklılıklar kuşkusuz sanat ve
sanat eğitimi alanına zenginleştirici etki yapacaktır.
Erdağ Aksel
[1]Whitford,
Frank, “Bauhaus”(London, Thames and Hudson, 1984) s.103
[2]
Wolfe, Tom’ “From Bauhaus to our House” ( New York, Pocket Books, 1981) s.15
[3]
http://www.artschools.com/
[4]
Tomkins Calvin, “Can Art Be Taught?” The New Yorker, April 15, 2003,
p.44
[5]Bryne, Kevin, Editor. “Postwar Graphic
Design Education in America” by Rob Roy Kelly http://www.mcad.edu/home/alumni/kelly/PostwarDesEd.html
as serialized in
the Graphic Design Education Association Bulletin
Tasarım eğitimcisi Rob Roy
Kelly Savaş Sonrası Amerika’da Grafik Tasarım Eğitimi adlı uzun
makalesinde çeşitli sanat okullarında okuduktan sonra yüksek lisan için geldiği
Joseph Albers’in Yale Üniversitesi’ndeki Temel Sanat Eğitimi dersine değin
‘görsellik’ kavramıyla tanışmadığını anlatır.
[6]
Art and Science of Vision: Useful Findings for the Foundation Studio. Oturum
Başkanı: David J.Holt, Marymount College of Fordham University, 2003 FATE
Roundtables, New York
[7]
Tomkins Calvin, “Can Art Be Taught?” The New Yorker, April 15, 2003,
p.46
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder